6 Aralık 2009 Pazar

zeka vs çalışma

Orta 2deydim sanirim, edebiyat dersimize giren Adnan hoca munazara delisi olmus, 15 gunde bir sinifta birbirimize kirdiriyordu bizi.

4 kisilik oluyordu gruplar, 2 kiz 2 erkek esit dagilimi ile. Gruplari numara sirasina gore mi ne rastgele ayarliyordu, ama her grubun baskanini bizzat kendisi seciyordu. Cunku herkesin kendi konusmasindan sonra, iki grubun da baskasi diger tarafin savlarina karsilik curutme yapardi 10 dakika kadar ve asil dugumlerin cozuldugu bu bolumde cenesi kuvvetli biri almaliydi sazi eline.

Ve evet, bizim grupta baskani ben secmisti. Konumuz zekilerin mi yoksa caliskanlarin mi daha basarili oldugu idi ve bizim zekayi savunmamiz gerekiyordu.

Zaten inandigim da bu oldugu icin sanirim, hevesle guzel bir konusma hazirladim. Onca hukumdarin (ne denli caliskan olurlarsa olsunlar!) yapamadigini gemileri karadan yurutmeyi dusunerek beceren Fatih Sultan'dan buyuk mucitlerin hayat hikayelerine renkli bir metin.

Buyuk gun geldiginde (tahtanin onune 3 sira cekiyorduk, tahtaya paralel durup tum sinifa hakim olan ortadakinde munazara baskani ve juri, yanlara bir yamugun kenarlariymiscasina hafif egimle konan diger 2 sirada yarisma gruplari oturuyordu. birbirine kinle bakan baskanlar, konusma metinlerine kacamak atilan bakislar, juriye kibar siritmalar; sinifa oyle bir hava hakim oluyordu ki sanki aihm oturumu) hepimiz cok guzel konustuk, kimse ezberlememisti konusmasini, ama kimse elindeki kagitlara da bakmadi. Curutme bolumunde beni dusunmeden baskan secen Adnan hocayi (Adnan hoca deyince bir garip oldu simdi bak, tamam sonraki yillarda okulda bir ask skandalina imza atti da digeri gibi de degildi yani, vallahi) mahcup etmedim.

Acik ara farkla kazandik.

Bugun nerden geldi aklima o gunler?

Ogleden sonra kisa bir isim vardi, cikisinda bir arkadasimla bir kahve ictik; sonrasinda tum gunumu evde bosa harcadim. Spora gidecektim gitmedim. Temizlik yapacaktim, sadece bulasik makinasini bosalttim. Camasirlikta 3 gundur kurumakta olan giysileri bile toplamadim. Kitabimi bitirmedim (yarin baslayali tam 1 hafta olacak, ayip!). Odevim ustune dusunmedim. Yemek yapmaya bile usendim siparis verdim.

Sadece Friends izledim (sanirim 16-17. kez oluyor) ve yatagimda yattim.

Sonra lutfedip de su kadarcik seyi dusundum sadece:

Tabi ki super, dahi falan degilim de; kendimi bildim bileli zeki diye nitelendirilirim, bu ovgunun az bucuk hakkini da verdigim, kendi kendime ayakta kalmayi becerdigim bir hayat da yasadim/yasiyorum. Peki bugun ne isime yaradi bu benim? (bunu "peki zeki muren de bizi gorecek mi" tarzi bir ses tonuyla soruyorum) Tertemiz bir evde, utulu giysiler arasinda spor donusu kendi pisirdigi saglikli fasulye yemegini yedikten sonra elinde kahve kitap okuyan biri olsam cok daha mutlu olmaz miydim acaba? Ya da munarazada savundugum dahi mucitlerden falan olmadiktan sonra 3 kurusluk zekamin kime ne faydasi var? Kiytirik bir sinavdan cok az calismama ragmen iyi not aldim da kimin basi goge erdi?

Yahu calismak gibisi var midir? Gecen sene universitede danisman hocamla ufaktan kavga ettikten sonra tez hocam "bizde calismamak matahtir, calisana kotu gozle bakariz, sen sakin o akima kapilma" diye sakinlestirmisti beni. Kulagima kupe olsun.

Bugunden sonra da kendini zeki gorup simarmaya kalkan namert olsun. Benim bildigim akilli insan elindekilerle verimli olabilendir; ama ki zekasini kullanir ama ki calisir. Sonuca bak sen.

23 Kasım 2009 Pazartesi

makyaj

Ojenin estetik bir kozmetik urunu oldugunu dusunmeye baslamam 21. yasima tekabul ediyor. O zaman da surmeyi beceremiyordum. Manikur sonrasi surduruyor, onu da iki gun icerisinde yiprattigim icin cikariyor bir dahaki kuafor gezisine dek ojesiz kaliyordum.

Sonra bir gun dedim ki, dogustan gelen bir yetenek olacak degil ya bu? Sure sure alisiyor olmali insan. Bir sure boyunca -belki 1 ay- hemen her aksam oje surdum kendime. Daha dogrusu surmeye calistim. Hic biri insan icinde gorunebilecek duzgunlukte olmadi, kurumasini beklemeden cikardim. Sonra sonra idare etmeye basladim.

Ve mutlu son, 6 aydir gayet mutlu mesut geciniyoruz komidinimin ustundeki renk renk oje siseleri ve ben.

Elini korkar alistirma diye bosuna dememis buyukler.

Simdi yeni bir hedefim var. Goz ustune (hemen goz kapagi dibi) kalem cekilmesini super bulmakla birlikte hic beceremiyorum. Seytan carpmis goruntusu oluyor suratimda.

Bunun da ogrenilebilir olduguna olan inancim ile, bu aksam tam tamina 6 kez kalem cektim gozume ve sonra sildim. Hepsi de rezil oldu, ama durmak yok yola devam.

Eskiden annem, namaza baslamanin yolunun vakit vakit oldugunu soylerdi. 2 ay sadece ogle namazi kilsan, sonraki 2 ay ikindiyi de eklesen falan; yaklasik 1 senenin sonunda 5 vakit kilar hale geliyordun.

Maalesef benim aklim daha farkli seylere calisiyor, ama sistem ayni sistemse sayet; 1 sene icinde tam tekmil makyaj icinde gorurseniz beni sasirmayin.

22 Kasım 2009 Pazar

Gitme, Ne Olur

Dun Goztepe'deki haftalik rutinimden cikmis, yine pek bir allak bullak halde arabayla eve donuyordum. Kafamda milyon tane tilki. Tek diledigim eve gelip bir kahve yapmak, (o kahve masumiyetini yitirip baska iceceklere dondu yalniz eve gelince) yatagima uzanip dusunmek.

Bir yandan da radyoda dinlenebilecek adam akilli bir seyler ariyorum. Harun Kolcak'in sesini duydum. Kimi sarkilarini gercekten severim, hangi sarkiymis anlayana kadar degistirmemeye karar verdim radyoyu. Ya da belki o sirada sollama falan yapiyordum, tek elimi radyoda tutamazdim mecburen kaldi, bilmiyorum.

Gitme Seviyorum imis sarkinin adi. Daha once hic dinlememistim. Eski midir yeni midir hic arastirmadim, lazim degil. Ben sarkinin sozlerine kilitlendim.

"Gulme, sana boyle tutuldum diye. Gitme, seviyorum."

Zaten bozuk ya sinirler, ben basladim aglamaya. Bir yandan agliyorum, bir yandan kendi kendime kiziyorum, yahu sen asik masik degilsin? Kim gitmesin? Cevap yok.

Ben oyle genel olarak Ask'a agladim biraz. Ve hepsinden once kendi cesaretsizligime. Hic kimseye gitme demedim bugune dek. Gulme de demedim. Oysa guldugunde icimi paralayan insanlar cok oldu. Gitme demek isteyecegim bir kisi de oldu. Ama hic demedim. Neden? Gururumdan oyle mi. Sonra narsistmisim deyince inanmiyor insanlar bana.

Burdaki celiskim, ben asik diye kimseye gulmedim. Gitme diyen duysam "anladim", acimadim, alay etmedim. Hep saygi duydum. Kim kimi sevdiyse ben hep saygi duydum. Ama kendime o sayginin binde birini bile gostermedim. Hic gostermedim. Belki de ondandir aski kendime yakistiramadim, hic konusmadim.

Ne olurdu gitme desem? Giderdi yine. Gitsindi zaten, kalsa hic guzel olmazdi. Ama demis olsam en azindan benim su sarkiyi dinlerken aglamaya yuzum olurdu. Herhangi bir ask sarkisini dinlerken etkilenmeye hakkim olurdu. Zaten agladigim sure boyunca aklima o hic gelmedi, yuzu dahi gelmedim gozumun onune. Ben kendime agladim.

Sanirim 1 kez asik oldum bugune dek. Belki bir gun 2 olur. İste o zaman, agzimi acip da 3-5 cumle edecegim. Kesinlikle. Umarim o raddeye gelmez isler, ama sayet gelirse gitme diyecegim. Ya da seviyorum da diyecegim. O rakam 2 olursa bir gun. Bir gun.

Eve geldim. Sarkiyi buldum. Dinledim de dinledim. Sonra dusa girdim. Ciktigimda yanaklarima kadar akmis makyajim, kafamda sarili havlu, elimde bardak.

Sonra kapi caldi. Mac izlemeye ellerinde cips cerez falan arkadaslarim geldi tezahuratlarla. Ben de kendime geldim.

21 Kasim da sahsi tarihcemde asik falan olmadan, hatta ki aklimda hoslandigim biri bile olmadan (tamam bu kismen yalan, ama sadece aklimda hepsi bu) bir ask sarkisina agladigim sacma salak bir gun olarak yerini aldi. Ha bir de inleyen nagmelerden 3 gol yedik tabi.

Zaten yarin bir gun icimdeki bridget jones uykuya dalar, sadece 3 golun agrisi kalir.

15 Kasım 2009 Pazar

MFÖ vs İsmail YK

Amerika'da kaldigim kisa sure icerisinde, "Ozgurlukler Ulkesi" kavraminin ne demek oldugunu anlamistim, en azindan kendi adima yani.

Beni taniyan kimsenin olmadigi bir yerde olmak acayip bir rahatlik. Asla giymem denenlerin giyildigi, asla yapmam denilenlerin yapildigi bir genis dunya.

Bu ozgurluklerin basinda, istedigim muzigi istedigim gibi dinleyebilmek geliyordu benim icin. Kurtce turkulere pek bir merak sardigim donemlerdi o gunler ve bu Turkiye dahilinde oyle pek hos karsilanan bir sey degildi maalesef. Besiktas otobusune bindigimde mp3 playerimda son ses kurtce turku dinleyemezdim. Ya da Ahmet Kaya dinlerken sesi hep kisardim. Sadece siyasi olmasi gerekmiyor, Hande Yener'in en piyasa ve seviyesiz sarkisini seviyor olusumdan utandigim icin onu dahi dinlemeye cekinirdim.

İste Amerika'da okula gidip gelirken metroda kendimden gecebildim bu noktada. Hande Yener de dinleyebildim disariya duyura duyura, Ahmet Kaya da, İsmail Yk da. Tamam İsmail Yk hic dinlemedim cunku zaten dinlemem, ama dinleyebilme ozgurlugumun olmasini sevdim.

Peki madem Amerika'da degil de İstanbul'da yasiyorum ve kendimi kaliptan kaliba sokmada cok basariliyim; onu dinleme bunu dinleme, ne dinlenebilir? Benim icin Feridun Duzagac ve MFÖ bu konuda can kurtaranlardir. Genel muzik zevkine az cok hitap ederler, dinleyicisini damgalamazlar, siyasi nitelik tasimazlar. Sezen Aksu da girebilir belki bu kategoriye, ama benim zihnimde "Sezen Aksu dinleyen kiz" deyince pek bir melankolik haller canlaniyor, ondan tercih etmiyorum.

Yazimi sonlandirmak uzereyken kendime kizdim bu noktada, baskalarinin ben ve zevkim hakkinda ne dusundugu ne diye onemli ki? İstersem su yasimda Spice Girls dinleyecek kadar ergen ruhu tasiyor bile olabilirim.

Ha ama tabi hic bir seyi takmadim sanki kafama bilincimin acildigini varsayabilecegimiz 10 seneden bu yana da; muzikte sinirsiz ozgurluk kaldi geriye.

Ben bu kafayla Amadeus da dinlesem adam olmam.

8 Kasım 2009 Pazar

Alexander Koul, artık her nerede isen

Bugun malumafatrus ile Efes Pilsen - Fenerbahce basketbol macina gittik.

Orta 2 ve 3 yıllarımı basketbol sahalarında geciren ben, orta 3'ten bu yana ilk kez bir maci izlemeye salona gittim.

Basketbol sevdamin nasil basladigini hatirlamasam da, televizyon basina hevesle gecip gozumu kirpmadan izledigim ilk mac Tofas - Efes Pilsen'in anisi cok taze. Sonrasinda Ayse ve Gulsah ile maclara gitmeye basladim icim cosa cosa. Ayse'yi su an "benden uzak Allah'a yakin olsun" diye aniyor olsam da Gulsah'la hala buyuk bir keyifle gorusuyor olmam sicacik basketbol anilarima golge dusurmuyor cok sukur.

Bizde Alexander Koul diye Beyaz Rus bir dev vardi, 2.16 ile Turkiye Ligi'nin en uzunu idi o zamanlar. Ben pek bir hayrandim kendisine. Sültem Sitesi'nde oturdugunu duymustum karisi ile, ne zaman ayni sitedeki halamlara gidecek olsak kalbim deli gibi carpardi ya karsilasirsak diye. Bir gun sansli Gulsah markette karsilasmis imza almisti ki, ertesi gun kederimden gozlerim dolmustu.

Alexander ile kafamdaki en net hayal (zaten ben ve o lanet olmayasica hayal dunyam) bir bowling macerasini icerir. Sehre ilk acilan bowling salonlarindan tekine bir cumartesi aksami aile boyu gittik. Anne baba ben abilerden teki, hala eniste, dayi yenge kuzenler.

Kucugum o zamanlar, oyle cok aktif sosyal bir dunyam yok. Mekan universite ogrencileri dolu, kiz-erkek karisik gruplar, kahkahalar, oyunlar, eglence; buyulendim. Tam yanimizda 4 universiteli oynuyordu, her turun sonunda biri "kalkalim ne olacak o vize" dese de digerleri ikna ediyor devam ediyorlardi. Teki (ki isminin Mustafa oldugunu scoreboardda okuyusum gozumun onunde hala, 9 sene gecmis ustunden oysa) pek bir yakisikli idi.

Sonra ben hep yaptigim uzere gercekten soyutlandim, bir ergen olarak ailemle oldugumu degil de, arkadaslarimla "takilmakta" olan bir genc oldugumu duslemeye basladim. O dunyada Mustafa'nin sifatinin ne oldugunu ifade etmeme gerek yok sanirim. Sonra bir daha ucustu dusler, bu kez Koul ile arkadas oldugumuzu ve birlikte geldigimizi kurmaya basladim. Boyu 2.16 -neredeyse topu yuvarladigimiz kulvar kadar- olan bir adamin bu oyunda ne mucizeler yaratabilecegini hayal ederken yuzume bir gulumseme yerlesti.

İsin guzeli, o geceden 1 ay kadar sonra bir sinif arkadasim ayni mekanda Koul ve bir kac oyuncuyu gormus. Demek ki demistim, demek ki gercek de olabilirdi hayallerim. (Ya tabi.)

O geceye dair son detay, donuste abimin arabasindaydim ben ve radyoda Deniz Seki "Dile Kolay" caliyordu. "Abi ne guzel sarkiymis bu boyle" dedim. Ajda Pekkan'in eski bir sarkisi oldugunu soyledi. Ama olsundu, ben o gun sevmistim. Sonrasinda severek her dinleyisimde -tabi ki- Alexander'a bir selam caktim.

Seneleeer gecmis, gelmisiz 2009'un sonlarina. Bugun maci izlerken eskilerde uctu durdu aklim. Kurallari falan unutmamisim cok sukur, hatta degil sıkılmak son derece eglendigimi dusunecek olursak basketbol sevgim icimde bir yerlerde hep kalmis.

Ama sahadaki o karizmatik oyunculara hayranlikla bakip hayallere dalan, bir basketbolcu ile evlense ne guzel olur degil mi'nin savunmasini yapan kucuk kiz cocugu coktan terketmis beni.

bir kış masalı

Kış mevsiminin kendisini göstermesi gereken (ama ki hala gostermedigi) su gunlerde blog dunyasina giris yapmaya karar veren ben, pek bir sevdigim Sezen Aksu sarkisindan esinlendim.

4 sene oncesinden de bir hikayesi vardir bu sarkinin benim icin, belki bir gun onu da anlatirim.

Surekli bir seyler uydurma konusunda dehset basarili olmama ragmen bloga ne yazabilecegimi daha hic bilmiyorum. Sadece pek sevgili malumafatrus'u pek bir severek okuyor olmam bu yola adimimi attirdi. Aklima geldikce o bu su, yazarim (yazabilirim) diye temenni ediyorum bakalim.

Baslamak isin yarisi ise sayet, neredeyse cogu gitti azi kaldi.

Murathan'a selam olsun;

"Kış başlıyor,
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime"